Header Reklam
Header Reklam

'Yapmak isteyip de yapamadığım iki şey var'Türk tesisat sektöründe 20 yıllık bir geçmişi ardında bırakan Gelişim Teknik Ltd. Şti.?nin kurucusu Ali Bıdı

12 Haziran 2008 Dergi: Ağustos-2007
'Yapmak isteyip de yapamadığım iki şey var'Türk tesisat sektöründe 20 yıllık bir geçmişi ardında bırakan Gelişim Teknik Ltd. Şti.?nin kurucusu Ali Bıdı

18 yıl Almanya?da çalıştıktan sonra 1987 yılında ülkesine döndü ve Gelişim Teknik Limited Şirketi?ni kurdu. Gelişim Teknik bu yıl sektörde 20.yılını tamamladı.Türk Tesisat Sektörünü polipropilen borularla tanıştıran Gelişim Teknik şirketinin 20 yıllık öyküsünün kilometre taşlarını, kurucusu Ali Bıdı?ya sorduk, samimi anekdotlarla renklendirerek anlattı...Almanya yılları ve eve dönüş...

Gelişim Teknik şirketini 1987?de kurdum, fakat bir şirket kurma düşüncem çocukluk yıllarımda gelişmeye başlamıştı. Almanya?ya işçi olarak gittim. Amacım para kazanıp kendi işimi kurmaktı. Ne istediğimi biliyordum, sadece zamanı ve faaliyet alanı belli değildi.  Almanya?daki ilk üç yılımda gündüz çalıştım, gece sanat okuluna devam ettim. Tekniker okulunu bitirdim, kaynakçılık diploması aldım. Tekniker olarak, kaynakçı olarak çalıştım, bir yandan da yapabileceğim iş alanlarını araştırdım. Fuarlara gidiyor, ülkemin koşullarını sürekli izliyordum. Antalya?da domatesler çöpe gidiyor, salça fabrikası mı kurmalı? İnşaat sektörü çok canlı, çivi üretimi mi yapmalı? İnşaat iskeleleri genellikle ağaçtı, metal iskeleler talep görmez mi? PVC doğramaların pazar şansı olmaz mı? Ve daha pek çok alanı gözden geçirirken gazetede bir ilan gördüm; Almanların, Türk işçileri Türkiye?ye kesin dönüş yapmaları için teşvik eden bir programın duyurusuydu bu. Program, Türkiye?ye kesin dönüş yapmayı kabul edenlere iş kurabilmelerinde yardımcı olabilecek 6 ay süreli eğitimlerin verilmesini ve 1 milyon Mark?a kadar da kredi teşvikini içeriyordu. O zaman Berlin duvarı yıkılmamıştı, Almanların çok parası vardı. Dönüş yapacaklara o günün şartı ile %7 faizle 1 milyon mark kredi veriyorlardı. TL?ye çevriliyor %7 faiz, TL üzerinden işletiliyordu. O yıllarda Türkiye?deki enflasyonu düşünün, hibe gibi bir para neredeyse. Bunun ardında, Türkiye?de Alman şirketlerinin satış ağlarını kurmak gibi bir planları da olduğunu düşünüyorum. Bizim için cazipti tabi. Hamburg?tan, bulunduğum bölgeden 40 kişi müracaat ettik. Ama bir sorun vardı, eğitim programına sadece üniversite mezunlarını alıyorlardı. Kayıt için gittiğimde diplomamı sordular. Dedim ki "diploma nereden satın alınabilir, 100 bin mark biriktirdim, bir kısmını harcayabilirim." Şaşırdılar, "diploma satın alınabilir mi hiç" dediler. "Ben de öyle biliyorum, onun için soruyorum bu gün için nereden bulabilirim ki diye." Ne yazık ki babamın maddi olanaklarının yetersizliği sebebiyle okuma şansım olmadı. İlkokulu bitirdim, Almanya?ya işçi olarak gittim. Onlara şunu önerdim; "Beni bu kursa kaydedin, kursun bitiminde sınav yapıyorsunuz, eğer başaramazsam, benim için harcanan parayı, kursun maliyetini ödemeyi taahhüt ediyorum, şayet başarılı olursam sertifikamı alırım, ülkeme dönerim. İş kurmayı düşünüyorum." Teklifime önce şaşırdılar ama sonra makul gelmiş olacak ki, "Kursun maliyeti; konaklama, eğitim ve diğer ihtiyaçlar toplam 30.000 Mark. Sözleşme yapmaya hazır mısın?" dediler, "Hazırım" dedim. Gülümsediler, "Sözleşmeye gerek yok, sana güveniyoruz" dediler.

Hamburg?dan Konstanz?a gideceğim için, çalıştığım yerden çıkışımı istedim. Firmada  işçi temsilcisiydim. Fabrikada otuzu Türk işçi olmak üzere, toplam altı yüz kişi çalışıyorduk. Her üç yılda bir işçi temsilciliği seçimi yapılırdı, Türk arkadaşlarımın yanı sıra, Alman arkadaşlarım da beni seçerlerdi. "Orada iş yapmak zor, ayrılma" dediler. 14 yıldır çalıştığım firmadan ayrıldım, Konstanz?a geldim. Orada 15 Türk arkadaşla buluşup kayıt yaptırdık. 6 ay sonra kursu bitirdim. "Güneş enerjisi ve sıhhi tesisat kursu var, katılmak ister misin?" dediler. Almanya?nın farklı yerlerinden 5 arkadaş buluşup kayıt yaptırdık. Arkadaşlarımın hepsi mühendisti. Bu kurs programındaki bazı konular bana zor geliyordu. Özellikle ısı hesapları...Aramızda şakalaşıyorduk; "Isı Hesaplarını siz iyi öğrenin, ben ürünün nasıl satılacağını öğrenmeliyim. Isı hesaplarında da zorlanırsam birinizi ortak alırım" diyordum. Bu dönemde biz beş arkadaş, kendisini sürekli yenileyen, yaklaşık 60 ülkeye ihracat yapan, kalitesi konusunda oldukça iddialı polipropilen boru üreten bir Alman firması olan aquatherm ile tanıştık. Niyetimiz, Türkiye?ye döndüğümüzde 1 milyon mark sermaye ile bir şirket kurup, aquatherm?in temsilciliğini almaktı. Ama bu, o dönemde mümkün olmadı. Kurs programlarının ardından 1 milyon Mark kredimi alıp, Antalya?ya geldim, firmamı kurdum. Küçük ölçekli güneş enerjisi sistemleri üretmeye başladım.

aquatherm?in temsilciliği ile bir koşuşturmadır başlıyor...

1986 yılında, aquatherm, İstanbul?da bir fuara gelmişti. Arkadaşlardan biri Marmara Bölgesi sorumlusu, biri Ege Bölgesi sorumlusu, ben de Akdeniz-Antalya Bölgesi sorumlusu olarak adres kaşelerimizi dokümanların arkasına vurup, ziyaretçilere dağıtıyorduk. Cumartesi akşamıydı, boğazda yemeğe gittik. O gün yemekte yaklaşık 25 kişiydik; bakanlıktan gelenler, müsteşarlar, iş adamları vardı. Gecenin sonunda 3000 Mark hesap geldi. Arkadaşlarıma, "ortak ödeyelim" dedim, fakat onlar "herkes kendi payını ödesin" dediler. Yöremizin deyimiyle ağalık yaptım, Halk Bankası çekimi çıkarıp 3000 mark yazdım, garsona uzattım. Almanlar aralarında para toplamaya çalışıyorlardı, "hiç olur mu, misafirimizsiniz" dedim. Bu arada daha önceden tanışmış olduğum aquatherm firmasının sahibi de yanımda oturuyordu. Lokantada 3000 Marklık hesabı ödeyince "niye sen ödedin ki?" dedi.  "Adettendir, misafir ağırlanır" dedim. aquatherm firması?nın sahibi, günlüğü 220$?a İstanbul?da Etap Marmara Oteli?nde kalıyordu. Arkadaşlar başka bir otelde kalırken ben, sırf aquatherm firması?nın sahibi Bay Rosenberg?e yakın olabilmek için onunla aynı otelde kaldım. Günlüğü 220 $... Bir yandan içim gidiyor, ama vazgeçemem de... O gece saat 1.30 suları, tam kalkacağız, Bay Rosenberg bir konuşma yapmak istedi ve bana teşekkür ettikten sonra, Türkiye?de bölge satıcıları ile değil, benimle mümessillik anlaşması yapmaya karar verdiğini söyledi. "Tek başına tüm Türkiye organizasyonunun altından kalkamaz" diyen çıktı, "Onun bileceği şey" diye cevap verdi. Bana da, "Acele etme Ali, yavaş yavaş" dedi. Hemen kartal bir araba aldım, panoları yükleyip döndüm. Almanlar kredi verdiler ya, dönüş programlarının başarısını yansıtan bir televizyon programları vardı. Antalya?ya, firmama geldiler, çekim yaptılar, Almanya?da yayınladılar.

Ankara gümrüğüne 7500 marklık parsiyal mal gelmiş, gittim malı çekmeye. Almanya?dan gelirken pasaportu gösterip televizyonu gümrükten çekiyoruz ya, öyle bir şey sandım. "İthalat belgeniz var mı?" dediler. O da ne? Antalya?ya döndüm. Prosedürler için 1-1.5 ay uğraştım ve 7500 Marklık mal için 8000 Mark para harcadım. Malı çektim, sebze halinden Antalya?ya dönecek bir kamyonet buldum, yükleyip Antalya?ya getirdim. Sonra elimde bir kaynak makinesi, makas başladım koşuşturmaya. "Bundan sıhhi tesisat mı olur, patlar, delinir" diyorlar. "Almanya?da kullanıyorlar" diyorum, "aquatherm kesinlikle çürümez, sızdırmaz, suyun tadını bozmaz, koku yapmaz" diyorum, hiçbiri alıp kullanma cesareti göstermiyor. Oysa bu boru, fusiolen özel hammaddesinden üretiliyor ve polipropilen içeriyor. Polipropilen, insan vücudunun tepki vermediği nadir maddelerden biridir. Bu sebeple de kalp kapakçığı, gıda ambalajı, enjektör, kan torbası ve içme suyu tesisatı gibi insan ve yaşamla iç içe alanlarda kullanılıyor ve bazı ülkelerde de kullanılması zorunlu tutuluyor, her türlü sağlık belgesine de sahip. Tüm dünyada üretim hatalarına karşı 10 yıl süre ile bu günün parası ile 3.000.000 Euro ile sigortalı. Ama ikna etmek hiç de kolay olmadı.

O zaman uçağa binecek paramız yok, Ankara?ya, İstanbul?a otobüsle gidiyorum. Otobüs koltuklarına kataloglar bırakıyorum, okusunlar diye. Girdiğim telefon kabinlerine üzerinde telefon numaramız da bulunan yeşil boru etiketleri yapıştırıyorum. Böylece 7-8 ay deliler gibi koşturdum. Herkes izliyor, "ne zaman batacak bu adam" diye merak ediyorlar. Ben de bir küçük kamyonetle anlaştım. Haftada iki kez geliyor, kamyoneti yüklüyoruz, gidiyor. Akşam el ayak çekilince malzemeyi geri getiriyor, boşaltıyoruz, üç dört gün sonra yineÉ Ele güne karşı "pekala da satıyoruz" görüntüsü veriyoruz... Derken şeytanın bacağını kırdık. Falez Otel yeni yapılıyordu. Yetkilisi Ahmet Aydın bey, Almanya?da kalmış ve batı tekniklerine aşina bir adamdı. Küçük sayılabilecek ölçekte malzeme verdik. Kocaman da bir tabela astık: "Burada aquatherm Yeşil Boru Kullanılmaktadır" diye...

Antalya?da meşhur bir lokanta var; Yedi Mehmet Lokantası. Mimar ve mühendis çevremizi misafir ediyorum orada. Antalya balık memleketi ama balık çok pahalı, hala da pahalıdır ya. Herkes balık yiyor, bense köfte. Oysa balığı ben de çok seviyorum. Ama bir yemek, bir yemektir tasarruf ediyorum, böylece bir misafir daha fazla ağırlayabiliyorum. Çok şükür, şimdi misafirlerimle birlikte rahatlıkla balık yiyebilecek parayı kazanabiliyorum.

Wavin?le maceralı tanışma ve azmin zaferi

Malatya Özel Tıp Merkezi?ne aquatherm sattık. "Pissu boruları için döküm boru kullanmak istemiyoruz, kaliteli bir ürünün var mı" dediler. Bu arada Wavin?in kataloglarını almıştım. İnceleme fırsatım olmuştu. Wavin AS mineral takviyeli polipropilen temelli hammaddesi Astolan sayesinde, hiçbir yönüyle çevreye zarar vermeyen, tam bir doğa dostu ürün. Sessizlik gerektiren mekánlarda, ses yalıtım özelliği sayesinde ayrıca ses yalıtımına gerek kalmaksızın, ses problemini ortadan kaldırıyor. Almanya Frauenhofer Institut?da yapılan test sonuçlarına göre, Wavin AS, piyasada bilinen tüm boruların en sessizi. Yüksek katlı binalarda rahat ve güvenle kullanılabilecek bu borular yangınlarda zehirli gaz çıkartmaması açısından da güvenli, ayrıca çok uzun ömürlü.

Hemen görüşmek için Almanya?ya gittim. "Türkiye temsilciniz olmak istiyorum" dedim. "Biz öyle araştırmadan temsilcilik vermeyiz. Sen git, biz seni araştıralım, haber veririz" dediler. "Malınızı satacağım, daha neyi bilmek istiyorsunuz, o kadar vaktim yok" dedim. 1000 mark çıkarıp koydum masanın üstüne; "ya biraz numune, biraz da katalog verin, ya da polis çağırın beni attırın" dedim. Ben bir haftadır orada görüştürüleceğim yetkilinin izinden dönmesini beklemişim.

Malatya Özel Tıp Merkezi de örnekleri bekliyor. Çok ilginçtir, aquatherm?in sahibinin soyadı Rosenberg, eşinin adı Anna Rosenberg, Wavin?de görüştürüleceğim yetkilinin adı da Anna Rosenberg. Ben gelmeden önce gönderdiğim yazışmada referans olarak Bay Rosenberg?i yazmıştım, onlar da kendi firma yetkililerinden Rosenberg olduğunu sanıp "acaba bu adam bay Rosenberg?i nereden tanıyor" şaşkınlığındalar. Bunun için özellikle bay Rosenberg?in izinden dönmesini beklemişler. Hollanda?ya özel talimatla vize alıp geçirdiler ve orada Rosenberg?le buluşturdular beni. Rosenberg benim kararlı tutumumdan etkilenmiş, ertesi gün bana numuneleri ve katalogları verdiler. Malatya?ya gittim, orada ürünü çok beğendiler, "temsilcisi sen misin" dediler? "Benim". Ankara?ya gidip sözleşmeyi yaptım. Ödemesini teslimattan bir ay sonra yapacaklar. Hemen 100 bin Mark tutarında ilk siparişimi verdim. Hollandalılar şaşırdı. 100 bin mark mı? Akreditif açmamı söylediler. Nedir ki akreditif? Gerçekten bilmiyorum. Anlattılar. Yine kalkıp gittim. Ürünü istiyorum. Ya parası? Gönderin, bir ay sonra ödeyeceğim size diyorum. "Wavin bir holding, 37 ülkede faaliyeti var, belli kurallar çerçevesinde işler. Sana 10.000 Marklık bile mal vermeyiz" diyorlar. Yan odaya geçtim, aquatherm?deki Rosenberg?i aradım. O da "aman ne yapıyorsun onlar bizim rakibimiz.." dedi. İtiraz ettim, "Yok canım. Onlar pissu borusu satıyorlar, seninki temiz su borusu. Gel bana bir iyilik yap. 250.000 marklık teminat mektubu ver". Yarım saat sonra Wavin?e 250.000 Mark?lık teminat mektubunu faksladı. 250.000 rakamını önce 25.000 görmüşler, 25 bin marklık mal veririz dediler. Ben itiraz edince yan odaya geçip telefon açıp sormuşlar, Rosenberg de bana kefil olunca sorun kalmadı. Wavin?le temsilciğimiz de böylece başladı.

2000 yılında 1 milyon marklık ürünlerini sattım. Bayiler toplantısı yapacaklardı. Beni de davet ettiler. Wavin ürettiği boruların 1989?da patentini almış, tüm dünyada pik boruya alternatif olarak pazarlamaya çalışıyorlar. Ama satıcıları ürünün fiyatının pahalı olduğunu öne sürüp satamıyorlar. Bana, "bir konuşma yapar mısın?" dediler. "Yaparım" dedim. Almanca konuşacağım, İngilizceye tercüme edecekler. Konuşma başlamadan önce "Yapacağım konuşma için para vermeyecek misiniz?" dedim, "bedava konuşmam". Şaşırdılar, ne kadar istediğimi sordular, "5000 Mark isterim" dedim. "Çok değil mi?" dediler, "bana göre az bile". Bozuldular, ama gidip 5000 Marklık çeki getirdiler. Çıktım, konuştum; inatla, azimle satışın üzerine gidilmesi gerektiğini, özel yöntemler geliştirilebileceğini söyledim. Konuşmam bittikten sonra, çeki aldım ortasına iki çarpı atarak iptal ettim. Para konusunda söylediğim şeyin bir şaka, bir "taktik" olduğunu söyledim. Bu bana önemli artılar getirdi. 18 yıldır onların Türkiye mümessiliyim. Türkiye?den çok güçlü firmalar onların mümessilliğini istedi. Bazı cevaplarına şahit de oldum; biz Ali Bıdı?dan başka kimseyle çalışmayız dediler. Wavin?in temsilciliği bulunmayan bazı ülkelere bile satışını yapabiliyoruz. Bu başarı değil de nedir?

Geç kalmışız, yetişmeye çalışıyoruz

Gürcistan, kendi alfabesini M.S. 400 yılından beri kullanıyor; o alfabe ile okuyor ve yazıyor. Biz ise Türkçe alfabeyi Cumhuriyet döneminden bu yana kullanıyoruz.  Başkalarına göre çok geç başlamışız. Ticareti, Osmanlı zamanında gayrimüslimler yapmış. Anlatılır ya; Yavuz Sultan Selim?in atının nalı düşmüş, bir asker nalbant çıkmış, nalı çakmış, fakat padişah o askeri cezalandırmış; benim askerim nasıl nalbantlık yapar diye. Zanaatkárlığı da sonradan öğrenmişiz. Her şeyi hep Cumhuriyetten sonra öğrenmeye, geliştirmeye başlamışız. Yani pek çok alanda geç kalmışlığımızdan bahsedebiliriz. Tesisatta da böyle oldu. Hala yetişmeye çalışıyoruz.

Ucuz etin yahnisinin yavanlığı öğrenildi

Önceleri herkes "bu ürünü nasıl satacaksın" demişlerdir bana. O zamanlar aquatherm; galvaniz borudan iki kat pahalı, Wavin?de; PVC?den beş kat pahalı. İngilizlerin meşhur lafıdır; ucuz mal alacak kadar zengin değilim derler. Bu aslında öylesine doğru ki. Ucuz alındığı sanılan ürünlerin tamir, değiştirme bedelleri ve bu süreçte yaşanan sıkıntılar ve kayıplar hesaplandığında, aslında o malın hiç de ucuza gelmediği görülür. Şimdi bu biraz daha fazla anlaşılmaya başlandı. Bizim ürünlerimizi alanlar, yeni bir bina yapmıyorlarsa bizi bir daha aramaz, aramaları gerekmez. Tamirat gerektirecek bir ürün değil. Kullanım ömrüne süre biçilemiyor. Bu güne kadar ne Wavin?den ne de aquatherm?den bir şikayet almadım. İleride kaliteli malların pazarının daha da artacağına inanıyorum. Her yıl ciromuz döviz bazında %30 artıyor.

Bir dil, bir insan

Yurt dışına açılmak çok önemli. Buna bağlı olarak yabancı dil bilmek de... Tercüman aracılığı ile bir yere kadar anlaşabilirsiniz. İşin dışında bir yerde oturup genel kültür, ülke meseleleri, aile meseleleri üzerinde sohbetler edebiliyorsanız, bir yakınlaşma sağlıyorsunuz, böylece iş ilişkisi de kendiliğinden gelişiyor. Ülkemizde pek çok mühendis yabancı dil bilmiyor. Yurtdışı kuruluşlarla da iletişim kuramıyor. Bir şeyi kendi sözlerinizle, kendi mimiklerinizle anlattığınızda eksik kalan şeyler de olsa, cümlelerinizde hatalar da olsa, ifadenizden, bakışlarınızdan meramınızı anlıyorlar. Tercüman ile bunu sağlamanız mümkün değil.

Benim başarımda yabancı dil biliyor olmamın etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum. Çok iyi seviyede Almanca biliyorum. Anlaşmaya yetecek kadar da İngilizce. Şimdi İngilizce dilimi de ilerletmeye çalışıyorum. İngilizce öğrendiğimde öz güvenim bile arttı. Hollandalılar Almanca, İngilizce, Fransızca, Flamanca bilir. Günümüzde bir dünya vatandaşı, üç,  dört dil bilmeli.Biraz da insanın içinde olacakTicarete meylim çocukluk yıllarımda da vardı. İlkokulda iken delikli ala şekerler vardı. Basit göründü gözüme, neden yapamayayım ki deyip, şeker yapmaya başlamıştım. Bakkaldan kırmızı boya aldım, nişasta da var, başladım şekerleri yapmaya ve satmaya, bazen para, bazen de mal takası ile.  Şekerden kazandığım parayla bir pantolon diktirdim; 7.5 liraya. 5 liraya üç günlüğüne kiraya verdim. Çocuk parayı ödeyemedi. Bakır kap getirdi yerine. Bakır kapları sattım. Almanya?ya gidene kadar da yumurta toplayıp sattım.

Latin dansları ve bağlama çalmak, içimde ukde olarak kalmamalı

Yapmak istediğim iki şey kaldı; Latin danslarını iyi öğrenmek ve iyi saz çalmak. Bağlama çalmayı öğrenmek istiyorum. Bunları da yaparsam gözüm arkada kalmayacak. Bir insan bir şeyi yapmak isterse, yapamamasına imkán yok. Yapamayacağınıza inandığınızda baştan pes ediyorsunuz ve inandığınız şeyde haklı çıkıyorsunuz.

Uzun yaşamanın sırları Her gün sabah 5.30?da kalkıyorum tenis oynamaya, ardından da yüzmeye gidiyorum. Hedefim 120 yaşıma kadar yaşamak. 58 yaşındayım. 75 yaşıma geldiğimde "Uzun Yaşamın Sırları" diye kitap yazacağım. Bir vakıf kurup, bu kitabın, konferansların gelirlerini maddi sebeplerden dolayı okuyamayan çocuklarımızın eğitimleri için kullanılacak fona aktaracağım.


Etiketler


Slider Altına