'Enerji Verimliliği Kanunu çıktı, sıra uygulamada'

Enerji Verimliliği Kanunu çıktı, fakat uygulamanın nasıl olması gerektiği ile ilgili henüz bir gelişme yok. Devletin kendi birimlerinin oluşturulması ve binaların kontrolünün yapılması, binalarda uygulanacak enerji verimliliği sertifikalandırması, özellikle de mevcut binalarda yasanın uygulanması için gerekli çalışmaların yapılması gibi konuların tamamı, başlı başına üzerinde çok ciddi olarak düşünülmesi ancak bir an önce de uygulamaya geçilmesi gereken konular... SE Otomotiv Teknolojileri Yönetim Kurulu Başkanı, TÜSİAD Üyesi ve TÜSİAD Eski Başkanı, Yüksek Mühendis Arnold Hornfeld, Enerji Verimliliği Kanunu?nun çıkmasının ardından olması gerekenleri ve çözüm önerilerini Tesisat Market ile paylaştı...
Türkiye elektrik sanayisinin temelini attık
1931 İzmir doğumluyum. İlköğretimimi ve liseyi İzmir?de tamamladıktan sonra elektrik mühendisi olmaya karar verdim ve İstanbul Teknik Üniversitesi?ne girdim. 1954 yılında mezun oldum. Daha sonra Siemens şirketinde işe başladım. Aslında birkaç ay çalışıp başka bir yere gitmek niyetindeydim fakat 48 yıl orada kaldım. 1950 başlarındaki Türkiye?yi bugün anlatmak çok zor. Doğru dürüst bir vidanın dahi olmadığı, imalatın olmadığı bir zamandan bahsediyorum. Biz genç mühendisler, kendi aramızda elektrik tablosu imalatına başladık. Sonra her sene yeni 15 ürün sloganıyla kartaldaki fabrikamızı kurduk ve orada Türkiye elektrik sanayisinin temelini attık. Her sene yeni ürünleri piyasaya sürdük. Ardından başka firmalar da bizi takip etmeye başladı. 1964?te Mudanya Kablo Fabrikası?nı kurduk. Böylece Türkiye, elektrik sahasında kaliteli bir imalat sanayisine kavuştu. Bugün Türkiye elektrik sanayisi ciddi bir sanayidir. İhracatı vardır ve kalitesi çok yüksektir. Dünyanın sayılı kablo fabrikaları, transformatör fabrikaları Türkiye?dedir.
Kanun var, fakat uygulama için gerekli organizasyonlar yapılmış durumda değil
Ülkemiz enerji verimliliği konusunda çok güzel şeyler yapabilecek konumdadır. Yeter ki enerji verimliliği konusu ciddi olarak ele alınsın ve uygulamaya geçilsin. Elektrik sahasında artık imalat safhasını geride bıraktık. Şimdi sıra elektrik kullanımında teknik gerekliliklere uygun, bütün dünyanın tatbik ettiği modern anlayışa gelmekte... Türkiye?de enerji verimliliği mevzusu yeni değil. 1981 yılından beri 26 enerji verimliliği haftası düzenlenmiş. Türkiye 26 yıldır bu işle meşgul ve enerjiyi verimli kullanmak için bir arzusu da var; fakat netice o kadar parlak değil. Bu sene daha ciddi bir enerji verimliliği toplantısı yapıldı. Buna hükümet de desteğini gösterdi, başbakanın katılımıyla büyük bir açılış yapıldı. EN-VER isimli bir proje geliştirildi. Enerji Verimliliği Kanunu çıkarıldı ki bu çok büyük bir adım. Ancak uygulamada bu kanun ne kadar geçerli olacak; bundan sonraki süreçte ona bakmak gerek. Kanun var, fakat uygulama için gerekli organizasyonlar yapılmış durumda değil. Bunun için enerji verimliliği konusunda ilerlemiş ülkelerin neler yaptıklarına, ne gibi tedbirler aldıklarına bakmak lazım. Enerji Verimliliği Kanunu?nu efektif hale getirmek için kanunun işlerliğini sağlayacak ve denetleyecek müesseseleri devreye sokmak gerek. Nerelerde verimliliği yerine getirmiyoruz, nerede açıklarımız var; bunların tespitinin yapılması lazım. Bunun için de devletin özel şirketlerle işbirliğine gitmesi gerektiğine inanıyorum. Bununla ilgili birtakım istatistikler var. Mesela Almanya, 10 yıllık bir süre içinde binalarda % 30 verimlilik elde etmiş. Önümüzdeki yıllarda bunu % 20 daha artırmak istiyorlar. Fabrikalarda da bu oran % 20-25 civarında. Yani yaklaşık % 50 oranında bir verim artışı söz konusu ki çok büyük bir rakam... Demek ki biz ürettiğimiz enerjinin çok büyük bir kısmını boşa harcıyor ve çevreyi ısıtıyoruz. Devletin teşkilatı, şimdilik bir tespit çalışması için müsait değil. Bu nedenle özel mühendislik şirketleri ile bir işbirliğine gitmesi gerekir. Bugün bir mühendislik şirketi bir evin kapısını çalıp binanızın enerji verimini ölçmek istiyoruz dediğinde, bina sahiplerinin buna nasıl bir tepki vereceğini bilemeyiz. Fakat bu, kanuni bir zorunluluk haline getirilirse, o zaman herkes bunu tatbik etmek zorunda kalır. Demek ki devletin bir an önce ya böyle bir teşkilatlanmayı oluşturması ya da özel şirketleri yetkilendirmesi gerekecek. Bu durum ayrıca yeni bir iş sahası da doğuracak. Üstelik kazan-kazan prensibinde bir iş sahası. Hem şu anda işsiz olan birçok mühendis iş bulacak, hem bina sahipleri, hem de ülkemiz kazanacak. Yani bu işin kimseye bir zararı dokunmayacak. Bu noktada bir tek finansman sorunu kalıyor. Verimliliğin artırılması tabii ki birtakım maddi külfeti de beraberinde getiriyor. Bir evin verimliliği artırılırken, kapı-pencerenin değiştirilmesi, yalıtımın artırılması, ısıtma sisteminin değiştirilmesi gibi bazı harcamalar yapılmak zorunda kalınabilir. Durumu müsait olmayanlar için de bir finansman sağlanması gerek.
Enerji Verimliliği Kanunu
Türkiye'de üretim kalitesini de artıracak
Yeni kurulacak mühendislik büroları, kalıcı bir müessese olarak çalışacaklar. Başlangıçta iş yükü çok fazla olacaktır. Çünkü Türkiye?deki milyonlarca binanın tek tek incelenmesi gerekecek. Belki on yılda yapılabilecek bir iş. Daha sonra binaların verimlilik çalışmaları için bina sahiplerine belli bir süre tanınacak. Bu süre zarfında yapılacak işin projesi hazırlanacak ve işin maliyeti hesaplanacak. Bütün bunlar basit işler değil. Verimlilik çalışmalarının ithal mallarla yapılmasının doğru olmayacağını düşünüyorum. Zaten Türkiye?de bu işi yapan firmalar var; fakat yine de yalıtım malzemesi üreten firmaların önümüzdeki süreçte artacağını düşünüyorum. Bunun yanında kazanın, elektrik malzemelerinin en iyisi kullanılacak. Bu durum mevcut üretimlerde kaliteyi de artıracak. Yenilenebilir enerjili sistemleri artacak. Yani bu yasa Türkiye?ye çok büyük getirileri olacak bir yasadır. Bunu bütün boyutlarıyla anlamak gerek. Bu kanun sadece devletimizin bir arzusunu ifade etmekle kalmamalı. Fakat uygulama noktasında henüz bir girişim başlamış değil. Bunun için de ciddi bir yapım yöntemi bilgisi lazım. Avrupa'daki ülkelerden örnekleri iyi incelemek gerekiyor. Mühendislik ve proje şirketlerinin yapısal olarak analiz edilmesi ve bunun arkasında da yine yapısal bir baz oluşturulması gerekiyor.
Yapılacak iyileştirmeler masraf değil, yatırımdır
Süreç şu şekilde işletilebilir: Örneğin, İstanbul?da bir proje dahilinde bütün binaların enerji verimliliğinin projesinin yapılması doğrultusunda her semt için bir program hazırlanabilir. Bunun için gerekli sayıda mühendislik bürosu görevlendirilebilir. Görevli mühendisler binaların kontrolünü yaptıktan sonra gerekli gördükleri düzeltmeleri raporlayıp bina sahiplerine bu iyileştirmeler için belli bir süre tanıyabilir. Bina sahipleri, mühendislik büroları ile görüşüp yapılacak işlemlerin maliyetini hesaplatabilir. Bu noktada bir parasal prosedür ortaya çıkacak? Buna çözüm olarak da, bankalar ile görüşülüp gerekli kredilendirme kolaylıkları sağlanabilir. Bu projeyle bankalara başvuran bina sahipleri, ihtiyaç duydukları maddi desteği bankalardan alabilir. Aslında insanların aklına şöyle bir şey gelecektir: durup dururken masraf.. Ama uzun vadede bunun böyle olmadığını herkes görecektir. Çünkü yapılacak iyileştirmeler masraf değil, yatırımdır. Sonuçta harcanan para, uzun vadede ve sürekli olarak kendini geri ödeyecektir. Mesela % 30 daha az elektrik parası, % 30 daha az yakıt parası harcadığınızda, tasarruf edeceğiniz para, yaptığınız yatırımı 4-5 senede geri ödemeye yetiyor. Hatta bankalarla bu şekilde bir kredi anlaşması yapılabilir. Bu tamamen özel sektör, banka ve yatırım sahibi arasındaki anlaşmaya bağlı. Bu konuda bankalar da hükümetin desteğini alabilir. Bu suretle, yapılan tüm harcamalar, kendi kendini tamir eden bir sistem haline geliyor. Mesela, şimdi yeni enerji tasarrufu sağlayan ?Led? dediğimiz lambalar var. Öyle büyük bir tasarruf elde ediyorsunuz ki, akkor lambaların sarf ettiği elektriğin beşte biri ile evinizi daha konforlu bir şekilde aydınlatabiliyorsunuz. Bu, ortalama % 80 civarında bir tasarrufa tekabül ediyor. Siz ayda 100 lira elektrik parası veriyorsanız; tabii buzdolabı, çamaşır makinesi gibi eşyaların harcadıkları enerji miktarları da hesaplandığında, faturalarınızı 35-40 liraya düşürebiliyorsunuz. Bu 60 liralık tasarruf, ampullerinizi yenilemek için harcadığınız paradır.
Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerek
Verimliliğin yanında elektrik kaynaklarının çeşitlendirilmesi de var. Mesela rüzgar santrallerinin kurulması, güneş enerjisinin kullanılması gibi... Bu konuda hükümetin veya Enerji Bakanlığı?nın verdiği sübvansiyonlar oluyor. Bu uygulamayı Almanya gibi bazı ülkeler yapıyor. Böylece hem bu şekilde bir sanayinin doğmasını teşvik etmiş oluyorlar hem de mevcut kaynaklarının muhafazasını sağlıyorlar. Bugün Almanya, güneş enerjili sistemler için, normalin 5 misli kadar bir sübvansiyon veriyor. Rüzgar enerjisinde yaklaşık % 60-70 daha fazla bir tarife uyguluyor. Binanızın çatısını kolektörlerle kaplamak üzere bankaya gidiyor ve kredi talebinde bulunuyorsunuz. Banka size bu masrafı yapmanız için kredi veriyor. Bu krediyi, şebekeye elektrik satarak oradan aldığınız parayla geri ödeyebiliyorsunuz. Yani evinizi bir enerji santrali haline getirip, hiçbir şekilde devletten teşvik almıyorsunuz. Türkiye, güneş enerjisinden en çok faydalanabilecek ülkelerden biri konumunda olduğundan bu sistemin Türkiye?de de rahatlıkla uygulanabileceğini düşünüyorum.
Yenilenebilir enerjilerin şöyle bir kusuru var ki , güneş battığında da, rüzgar kesildiğinde de enerjiye ihtiyacımız var. Dolayısıyla memleketin enerji ihtiyacını karşılayabilmek için kömür, gaz gibi kaynaklarla elektrik elde edebilmek üzere santral kurulması lazım. Ancak güneş ve rüzgar enerjili sistemler devreye girdiğinde, o santrali devreden çıkararak yakıt tasarrufu sağlamamız gerek. Türkiye bugün 70 milyonluk bir memleket ve çok hareketli bir inşaat sektörü var. Her geçen gün yeni binalar yapılıyor. Yeni yapılan ya da yapılacak binalarda yeni sistemler uygulamak daha kolay ancak asıl sorun mevcut binalardaki kayıp sorununu çözmektir. Türkiye?nin her şeyden önce mevcut durumunun haritasını çıkarması lazım ki bu da başlı başına büyük bir iş. Verimlilik kanunuyla beraber hükümetin yapacağı en mühim şey, durum tespiti yapmaktır. Yani böyle bir kanun çıktı ama bunun sadece yeni yapılacak binalara tatbik edilmesi Türkiye?nin problemini çözmez. Şu anda Türkiye?de bırakınız başka şeyleri sadece aydınlatma sisteminde herkes akkor lambasını çıkarıp enerji tasarruflu lamba koysa, neredeyse iki tane büyük santralin enerjisi kadar enerji tasarruf etmek mümkün olur. Düşündüğünüzde bu santrallerin her biri için belki de 1 milyar dolar harcamak lazım. Yani 2 milyar dolarlık santral yapıyor ve aynı zamanda bu iki santralin çalıştırılması kadar da tasarruf sağlıyorsunuz.
Eğitim sudan başlıyor
Rotary Enternasyonal 2008?i su yılı ilan etti. Yani susuzluk, çevrenin korunması, bilinçli su kullanılması ve herkesin tatlı suya kavuşması, bunların hepsi bir paket, herkes elinden geldiği kadar katkıda bulunmaya çalışıyor. İnsanların enerji tasarrufu eğitimi almaları lazım ve benim inandığım şu ki; bu eğitim ilkokul çağından itibaren başlatılmalı. Bu nedenle Rotary Klüp, çocuklara ?tasarruflu su kullanma eğitimi? yapılması için İstanbul?da 14 okulu kapsayan bir proje başlattı. Buralarda ciddi uygulamalarımız var; muslukları değiştirip, otomatik musluklar koyuyoruz, herkes lüzumu kadar kullansın diye. Suyun arkasında da çok önemli miktarda enerji gereksinimi var. Suyun pompalanması, motorların çalışması ya da en basit ifade ile İstanbul gibi bir şehirde her evin musluğuna su gidebilmesi için ne kadar büyük bir enerjinin sarf edildiğini bir düşünün... Yani suyun gelişigüzel akıtılması, hem sınırlı miktardaki suyun bilinçsiz tüketimine hem de çok büyük bir enerji kaybına yol açıyor. Hatta İstanbul?un suyu yetmeyip deniz suyunu arıtmaya başlarsak, çok ciddi miktarda enerji tüketiminin gerçekleşeceği yeni bir kapı daha açılmış olacak. Dolayısıyla eğitim sudan başlıyor.
Küçük değişimlerle büyük tasarruflar mümkün
Türkiye'de kullanılan enerjinin % 19'u, 20'si sırf aydınlatma için kullanılıyor. Bu çok büyük bir rakam. Şimdi yeni lambalar çıktı bu led lambaları. Akkor lambalara karşı florasan lambalar da çok avantajlı fakat, onlardan daha avantajlı olan bu ledler var. Ledler, 100 watt yerine 20 watt enerji kullanıyor. Akkor lambanın ömrü bin saat ise florasan lambanın ömrü 10 bin saat. Ona karşılık led dediğimiz bu yeni lambaların ömrü 100 bin saat. Biraz daha masraflı belki ama ömür boyu kullanıyorsunuz. Ayrıca bu yolla kaç tane elektrik santralinin boşu boşuna çalışmasını, yaratacağı kirliliği de önlemiş oluyorsunuz. Bu konuda çok çarpıcı bir örnek vermek isterim. Sadece Hindistan?ın tüm lambalarını değiştirip lede çevirdiğiniz takdirde, Kanada ve İngiltere?nin kullandığı elektrik miktarı kadar elektriği tasarruf etmiş oluyorsunuz. Bu, tasarruf miktarı ile ilgili oldukça çarpıcı bir örnek. Küçük bir değişiklikle dev gibi bir tasarruf... Mesela Ankara gibi bir yerde hala tek cam ve yalıtımsız alüminyum cepheli binalar yapılıyor. Kışın -5, -10 olan bir yerde bu yerleri ısıtmak için harcanan enerji çok fazla. Gerçi bu malzemelerle de bazı cepheler yapılabiliyor fakat çok özel yalıtımlı sistemlerin kullanılması lazım. Tahmin ediyorum, bu çalışmalar yapılırsa, Ankara?da çok bina yeni baştan kaplanacaktır. Almanya?da veya İsviçre?de, binanın gereken koşullara uygunluğu ile ilgili sertifikası yoksa, binayı alıp satamıyorsunuz. Bunun neticesine, çok yüksek tasarruf elde ettiklerini görüyoruz. Verimlilik yasası Türkiye?de de bu şekilde tatbik edilirse, ki bunun önü açılmış oldu, o zaman Türkiye?de bir enerji verimliliği uygulamasından bahsedebileceğiz.