Türkiye’nin su stresi artıyor
Su stresi, belirli bir zaman diliminde suya talebin su arzını aştığı durumu ifade eden bir tanım. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) su stres seviyesini; tatlı su tüketiminin mevcut tatlı su kaynaklarına oranı olarak tanımlıyor. TÜBİTAK’ta yer alan bir makaleye göre ise ülkeler kişi başına düşen yıllık kullanılabilir tatlı su miktarına göre sınıflandırılıyor. Bu değerin bin metreküpten az olması su kıtlığına işaret ederken 1000-1700 metreküp arasında olması su stresine karşılık geliyor. Türkiye’de kişi başına düşen kullanılabilir tatlı su miktarı 1555 metreküp. Yani Türkiye su stresi sınıfına dâhil olan ülkeler arasında.
Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) açıklamasına göre de Türkiye kişi başına kullanılabilir su miktarı dikkate alındığında su stresi çeken bir ülke. Kişi başına düşen su miktarının 2030 yılında 100 milyon olması beklenen nüfusla birlikte 1100 metreküpe düşeceği ve Türkiye’nin su fakiri bir ülke haline geleceği öngörülüyor. Tatlı su kaynaklarının yüzde 74’ü tarımda, yüzde 15’i evlerde ve yüzde 11’i de sanayide kullanılıyor. WWF, son 50 yılda 3 Van Gölü büyüklüğüne denk gelen 1,3 milyon hektar sulak alan kaybı yaşandığına dikkat çekiyor ve planlama eksikliğinin de çok önemli bir etken olduğuna vurgu yapıyor.
Dünya Doğal Kaynaklar Enstitüsü’nün (WRI), 2010-2040 yıllarını kapsayan zaman diliminde dünyanın su kıtlığı/stresine dair hazırladığı raporda Türkiye’nin su stresi seviyesi 2010’da 3,32 puan ve Türkiye 153 ülke içinde 41. sırada yer alıyor. Ancak rapora göre Türkiye, 2040 yılına gelindiğinde dünyada en fazla su stresinin yaşandığı 27. ülke olacak. 2010’da 3,32 olan Türkiye’nin su stresi derecesi 2040’da 4,27 puana yükselecek. Türkiye su stresinde %29 artış olacak ve Türkiye 2040 yılında dünya su stresinin “çok yüksek” olduğu 33 ülkeden biri olacak.
Görüldüğü üzere tablo oldukça karanlık. Peki bir şey yapılabilir mi? Sorunun yanıtını İzmir Kalkınma Ajansı Yeşil Büyüme Politikaları Birimi’nden Özgen Küçükil, “Temiz Üretim Yaklaşımıyla Endüstriyel Su Tasarruf Yöntemleri” adlı makalesinde veriyor:
“Üretimde yüksek verim sağlayan teknoloji sayesinde, aynı miktardaki üretim için daha az doğal kaynak ve enerji kullanımı ile daha az atık üretimi prensibine dayanan temiz üretim yaklaşımıyla, suyun endüstriyel alanlarda kullanımına yönelik alternatif yollar araştırıldığında birçok yöntem tespit edilmiştir. Üretim sonucunda çıkan ürün ne olursa olsun, üretim aşamasında kullanılan suyun verimli kullanılması ve atık su oluşumunun en aza indirilmesi, en önemli temiz üretim prensibidir. Sürdürülebilir üretim teknikleri uygulandığı takdirde suyun tekrar kullanılabilmesi ile: Temiz su kaynakları daha az tüketilir, yüzey sularının dengesi korunur, su temini için harcanan maliyetler azalır, suyun elde edilmesi için harcanan enerjiden tasarruf sağlanır. Sistemin özelliklerine göre belli bir arıtma işleminden geçirildikten sonra geri kazanılan sular, faaliyet gösterilen sektör ve üretimi yapılan ürüne göre farklı süreçlerde tekrar kullanılabilmektedir. Geri kazanılmış su, üretim sürecinde herhangi bir aşamaya dâhil edilemiyor olsa bile peyzaj sulamasında temiz su yerine kullanılabilmesi en kolay kazanımlardan biridir. Endüstride geri kazanılmış sular soğutma kulelerinde, baca gazı yıkanmasında, petrol rafinelerinde, fabrikalarda sistem suyu olarak kullanılabilmektedir. Soğutma suları tek başına en büyük endüstriyel su ihtiyacını oluşturmakta, aynı zamanda pek çok endüstride geri kazanılmış suyun en çok kullanıldığı alan olmaktadır.” Küçükil, yağmur suyu hasadı ve akıllı sayaçların kullanımıının yaygınlaştırılmasına da işaret ediyor. Bunların dışında, sensörlü musluk ve bataryalar, tasarruflu sulama sistemleri, su tasarrufu yapan beyaz eşyalar gibi çok sayıda ürün de su stresini azaltabilmek için alternatifler sunuyor. Geriye, bu konuda ciddi bir farkındalığın oluşturulması ve ürün-cihaz seçimlerinde bu bilinçle hareket edilmesi kalıyor.